“Senden de bir öykü çıkarırım, bu da öyle biter gider işte…” dedi kadın.
Adam duymadı bile… Gerçi adam, kadın ne
söylese duymaz, ne yazsa okumazdı ki zaten kadının gözyaşları, adamın ayrılık
kararı da bundan mütevellitti. Adamca sessiz sedasız, tek pareydi ayrılık;
kadınca ve kanımca, bir trajedinin son tiradına, bol çığlıklı bir repliğin en
beceriksiz oyuncu tarafından iki hıçkırık arası bir küfür gibi iliştirilmesi ya
da sonu ölüm olan bir şiirin, kalemden kâğıda silsen de izi kalacak şekilde ses
çıkara çıkara dökülmesiydi. Oysa kadın
böyle olsun hiç istemedi, hiçbir şey dökülmesin, hiçbir sahne kaybolmasın
istedi. Yazdı… Kaybolmasın diye, bitmesin diye, hep hatırlansın diye, kadın
gözyaşı akıtınca, o yaş adamın yanağından aksın diye hep yazdı. Lakin yazmayı dahi istemezdi tek bir aşkının
sonunda ağlamamış, esas oğlanlardan tek biri dahi aşkını vicdanına koyup
arkadaşça olmasa da, aşkça ayrılmayı seçmiş olsaydı. Uzun lafın bol acıklısı,
kadın içinden verdi tüm cevapları,adamın dışından haykırdığı tüm sorulara.
Kimse duymadı , içinden konuşurken içerde tuttuğu hıçkırıkları alıp götüren
rüzgar dışında.
Elif'in dünyası
Burası "Elif" adında genç bir kızın kimi zaman övme, kimi zaman sövme, nadiren gülme,genellikle ağlama duvarıdır. Her zaman, her şeyi içime atmışımdır. Bir gün düşündüm ve "Neden dışarı atmıyorum?" dedim. İşte o gün yazmaya karar verdim. "Senin fikirlerinden bana ne?" diyenlerde olacaktır elbette, o zaman baksınlar onlar işlerine güçlerine. Ben yazılmamış her şiirin, her yazının kalbi ağrıttığına inanırım sadece...
7 Ağustos 2012 Salı
13 Temmuz 2012 Cuma
Ben daha uğruna ölecektim oysa…
Ben daha uğruna ölecektim
oysa…
Ellerin ellerime
değdiğinde ter değil, gül goncası kokacaktı.
Yüzüm yüzüne gölge durduğunda , güneşte kimmiş?
Kırmızı , kırmızılık
öğrenecekti …
Ben seni daha çok, daha
çok sevecektim oysa…
Öyle bir sevecektimki,
Tüm aşıklar selama
duracaktı karşımda!
Ben daha çok hayal
kuracaktım oysa…
İçinde senin olduğun her
şey mutluluk verecekti,
Hayalin bile içimi
ısıtacaktı oysa…
Senin beni çok sevdiğin
bir dünya yaratacaktım oysa..
Bizi çekemeyen herkesin
uzaylı muhamelesi göreceği bir dünya
Çok mu gelirdi, nüfusu
iki kişilik olacak bu dünyaya?
Yok az dersen, ben daha
çocuğunu taşıyacaktım oysa…
Gözleri sen , elleri sen ,
sevgisi ben olsun istediğim
Görünce seni bir kez daha
seveceğim
Bir oğlan çocuğu mesela…
Ben daha şiir yazacaktım
oysa…
Her harfini ezbere
bileceğin,
Sen kokan, aşk kokan,
Her satırı mutluluk veren,
Şu an okunulanın aksine
kalemimi kıskandıran,
Şükrettiren ,
bir haşa şiir…
9 Temmuz 2012 Pazartesi
Ölsem!
Aşk, öyle komik bir şey
değil,
Dalga geçilebilecek bir
şey hiç değil.
Aşk, bir doktorun
hastasına öleceğini söylemesi kadar ciddi bir şey.
Öyle bir şey ki, ne akıl
var ne de mantık.
Hani kalptedir derler ya.
O da yanlış.
Aşk o kadar küçük bir
şeyde değil
Bütün ruhunu sarar
insanın.
Aşk , ruhun bedene
başkaldırışıdır.
Habersizce gelir, çat
kapı.
Sormadan, izin almadan.
Ama gidişi öyle olmaz.
yalvarırsında yinede
gitmez senden.
Gideceği varsa da , öyle
sessiz olmaz,
Hani dünya yarılsın
,içine giresin üstüne toprak atılsın istersin.
Bedenin ruhunu sarsa
sarsa, ruhunu kanata kanata
Paldır küldür, öldürmeyip
gömercesine gider.
Üstelik her bir
hücrenin dahi haberi olur bu gidişten.
Gidişi bile yaralar
adamı.
Ben senden karşılık
beklemedim ki…
Aşk ücrete tabii bir şey
değil ki bir karşılığı olsun.
Aşk birine verilmiş
sadaka gibidir.
Çok da karşılık vermek
istiyorsan, bir tebessüm dünyanın en pahalı hissi yapardı benim aşkımı.
Ama sen onu bile yapmadın
En haram kumar
masalarında bir elde harcadın benim verdiğim sadakayı.
Sen bana bu kadar sevabı
bile çok gördün.
Şimdi nereye gitsem
verdiğim bu sadaka ruhumdan fitil fitil gelir.
Atlasam marmaraya , bir dalga alsa götürse beni,
çırpınsam ,yüzmede bilmiyorum hani...
gördüğüm her balığa seni
anlatsam ,
bana yaptıklarını, tatlı tebessümlere
değiştiğin, küçümseme kahkahalarını,
ölsem, balıklar ağlasa
halime ,
tuzlu suyla yıkasalar
beni
yosunlar olsa kefenim,
sarsalar beni,
deniz kayaları olsa mezar
taşım,
yunuslar okusa yasinimi
için için ölsem
eksiği yok , fazlası
ziyan
ne olsa unutamam ben
seni.
5 Haziran 2012 Salı
ÖLÜM
ÖLÜM
İnsanın kendini bir parçası saydığı insanlardan biri ölünce, gözyaşları
hükümsüzdür.
Kader insanı tek harf değişikliği ile “keder” le sınıyor
sonra siz aslan misali iki parça ete ateşten çemberlerden geçiyorsunuz. Ne
kadar güzel olursa olsun bir elma içinde gezen kurtlar onu kemirdiği sürece elmanın sonu çürüğe ayrılmaktır. İnsanda ne kadar mükemmel bir varlık olursa olsun sonu
ölümdür.
Ölmek… Ama kime ve
neye göre ölmek? Bir annenin karnında yaşayan bebek orayı gerçek yaşamı
sanırmış. Orada geçirdiği günler boyunca gelişir, kendince büyür ve oyunlar
oynarmış, bilmezmiş ki bir gün onun hayat, bizim cenin olma durumu saydığımız
bu hal sona erecek. Ve gelişimini tamamlayıp annesinin karnından çıkacağı zaman
diretirmiş. Çünkü sanırmış ki bu yaşadığı ölmek. Evet, ölmek… O küçücük ve çaresiz bebek bizim hayata
başlangıç olarak saydığımız doğum olayını ölüm olarak algılarmış ve işte tamda bu
yüzden ağlarmış. Aslında bizde birer ceniniz ve bizlerde rabbimizin doğum
olarak algıladığı bu olayı ölüm sanıyoruz. Evet, ölüm ama geride bıraktığımız
insanlara göre… Çünkü ölüm acı verir. Ölüm ölene acı vermediğine göre bu manası
sadece yaşayanlar içindir.
3 Nisan 2012 Salı
İhtimaller
Birinin sizi sevme ihtimali bitince nefret başlar.
bende öyle değildi. çünkü öyle bir ihtimal hiç başlamadı bile.
karşımda, olmayan bir ihtimalin oluruna inandığımı düşünüp
bana olmayacağını anlatmaya çalışan bir 'anlayışsızlık budalası' görmeseydim, bu durumda olmazdık; sen öküz olmazdın ben tren olmazdım. ben geçerken sen sadece bakmakla kalmazdın...
bende öyle değildi. çünkü öyle bir ihtimal hiç başlamadı bile.
karşımda, olmayan bir ihtimalin oluruna inandığımı düşünüp
bana olmayacağını anlatmaya çalışan bir 'anlayışsızlık budalası' görmeseydim, bu durumda olmazdık; sen öküz olmazdın ben tren olmazdım. ben geçerken sen sadece bakmakla kalmazdın...
...
Nimetlerinin içinde boğulana dek yüzmek istediğin dünyanın hayali bir sınırı var.
Çizgiyi bir milim şaştığın zaman bedeninden sıyrılıp, ruhunu soyuyorsun.
İşte benim yanıma gelişinde böyle olmalı. Ama aksine sen hala başka bedenlere basıp kirlettiğin bedenini bende temizlemeye geliyorsun.
Ben kuru temizleme değilim sevgilim.Ben sadece Tanrı'nın varlığına bir kanıtım diğer tüm insanlar gibi...
elf
Çizgiyi bir milim şaştığın zaman bedeninden sıyrılıp, ruhunu soyuyorsun.
İşte benim yanıma gelişinde böyle olmalı. Ama aksine sen hala başka bedenlere basıp kirlettiğin bedenini bende temizlemeye geliyorsun.
Ben kuru temizleme değilim sevgilim.Ben sadece Tanrı'nın varlığına bir kanıtım diğer tüm insanlar gibi...
elf
4 Şubat 2012 Cumartesi
Bir Terk'in Anatomisi
Bir şehri terk edip başka bir yere gitmek çoğu için hayatta yeni bir sayfa açmaktır. Ama gerçekte öyle midir? Hiç sanmıyorum. Neden olsun ki... Hayatta yeni bir sayfa açmak için yeni bir hayat gerekir ve bu da mümkün değildir.
Çoğumuz sırf hayatımız değişecek sanarak bulunduğumuz yeri terk ederiz. Ama anılar bizi terk etmedikten sonra -ki terk etmez- hayatımız da öyle çok değişmez. İlk bir ay biz her şeyi geride bıraktığımızı sanarız, o şehre adapte olmaya çalışırız sonra geçmişe özlem başlar. Bizi o şehri terke zorlayanları bile özleriz. Aşklarımızı, nefretlerimizi, kahkalarımızı özlemeye başlarız. Çok değil bir ay daha geçince hafif gözyaşlarımızı görürüz baktığımız aynalarda. Artık nefret ettiğimiz insanları bile sevme yoluna gideriz. Bir iki ay sonra sorular başlar.
- O kadar da kötü bir hayatım yoktu neden geldim ki ? deriz. Cevabını bulamazsak işte o zaman iki ay sonra 'keşke' ler girer devreye ve artık gözyaşları o kadar da hafif değildir.Hatta bazen kıvranarak da ağladığımız olur ama gelin görün ki kimselere anlatamayız bunu -ki ilk başlarda kendimize bile anlatamamışızdır zaten-.
Çok sonraları geri dönmek için yollar ya da bahaneler ararız ama o kadar da basit bir iş değildir bu. Beceremeyiz çünkü gururumuz vardır bir şerefimiz, onurumuz vardır bizim. Aslında en büyük şeytanımız onlardır bizim. Bizi o şehri terke zorlayan da bu üçlü değil midir zaten? Şeref, Onur, Gurur! Aşkı da, sevgiyi de mahveden bunlar değil midir? Ne yazık ki evet, bunlardır. İşte size gerçek şeytan üçgeni...
Hep bunlar yüzünden ölüm döşeğine gidene dek geri dönmeyiz. Peki ölüm döşeğinde ne mi olur? Tek bir kelime kalır çatlamış dudağımızda :
KEŞKE!
Çoğumuz sırf hayatımız değişecek sanarak bulunduğumuz yeri terk ederiz. Ama anılar bizi terk etmedikten sonra -ki terk etmez- hayatımız da öyle çok değişmez. İlk bir ay biz her şeyi geride bıraktığımızı sanarız, o şehre adapte olmaya çalışırız sonra geçmişe özlem başlar. Bizi o şehri terke zorlayanları bile özleriz. Aşklarımızı, nefretlerimizi, kahkalarımızı özlemeye başlarız. Çok değil bir ay daha geçince hafif gözyaşlarımızı görürüz baktığımız aynalarda. Artık nefret ettiğimiz insanları bile sevme yoluna gideriz. Bir iki ay sonra sorular başlar.
- O kadar da kötü bir hayatım yoktu neden geldim ki ? deriz. Cevabını bulamazsak işte o zaman iki ay sonra 'keşke' ler girer devreye ve artık gözyaşları o kadar da hafif değildir.Hatta bazen kıvranarak da ağladığımız olur ama gelin görün ki kimselere anlatamayız bunu -ki ilk başlarda kendimize bile anlatamamışızdır zaten-.
Çok sonraları geri dönmek için yollar ya da bahaneler ararız ama o kadar da basit bir iş değildir bu. Beceremeyiz çünkü gururumuz vardır bir şerefimiz, onurumuz vardır bizim. Aslında en büyük şeytanımız onlardır bizim. Bizi o şehri terke zorlayan da bu üçlü değil midir zaten? Şeref, Onur, Gurur! Aşkı da, sevgiyi de mahveden bunlar değil midir? Ne yazık ki evet, bunlardır. İşte size gerçek şeytan üçgeni...
Hep bunlar yüzünden ölüm döşeğine gidene dek geri dönmeyiz. Peki ölüm döşeğinde ne mi olur? Tek bir kelime kalır çatlamış dudağımızda :
KEŞKE!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)